Kaç kişi ziyaret etmiş?

26 Haziran 2012 Salı

Seni Seviyorum New York!

Uzuun zamandır izlemek istediğim, ama bir türlü sıra gelmeyen film New York I Love You filmini gün itibariyle izlemiş bulunuyorum... Bazı özellikleri nedeniylede bi yazma isteği oluştu bende...
Önce afişimiz...


Hollywood filmlerinin en zengin kadrolu filmlerinden biri budur sanırım. Genelde filmlerde başrol oynayan bir çok oyuncu bu filmde ufak ufak rollerde yer almış çünkü.. Orlando Bloom, Shia LaBouf, Bradley Cooper, Natalie Portman, Ethan Hawke, Rachel Bilson, Andy Garcia, Hayden Christensen, Shu Qi, Uğur Yücel ve daha bir sürü oyuncu...
Filmimiz aralarında Fatih Akın'ında olduğu 12 farklı yönetmen tarafından, kısa kısa hikayeler şeklinde çekilmiş. Hepsinin tek bir mekanı var: New York! Filmi izlerken sanki arka arkaya ünlü oyuncuların yer aldığı kısa filmler izliyor gibi oluyorsunuz. Bu şekilde pekde bir şey anlamıyorsunuz aslında. Bazı hikayeler kopuk kopuk gösterilmiş çünkü. 
Ama arada dikkatimi çeken bazı hikayeler varki... Onların hatrına bu yazıyı yazmalıyım diye düşündüm...  
 Filmin amacı şu: New York'ta birbirinde farklı bir sürü hayat vardır, çeşit çeşit insan vardır. Her dinden, her ülkeden, her ırktan insan nefes alır New York'ta... Gecesi ayrıdır, gündüzü ayrı... En az Amerikalı kadar başka ülkelerden de bir sürü insan yaşar New York'ta... Kocamandır bu şehir... Kendi çapında bi dünyadır adeta...
(Bu benim anladığım tabiki) :D

Şimdi dikkatimi çeken hikayelerden bahsedeyim kısa kısa... 
Şu görmüş olduğunuz adam Ethan Hawke. Kadınlarla fazlasıyla ilgilidir bu abi :D 
Şu yanında görmüş olduğunuz kadınada sigara içerlerken bir sürü asıldı. Ağzı accayip laf yapıyo tabi, öyle pat küt asılmaktan bahsetmiyorum. Yazıya döksen sayfaları bulacak uzunlukta konuştu da konuştu. Kadın sigarayı bitirene kadar, adam kendi çapında bi aşk romanı yazdı adeta. :D Ama karşısındaki çekik gözlü, güzel hatun öyle bişey söyledi ki... Bizim ki ufak çaplı bi şok yaşadı... Biraz müstehcen ama komik bi hikayeydi...


Gelelim bir diğer hikayeye... Bu hikayedeki genç ise, diğerinin tam zıttı. Kızlardan yana baya bi şanssız. Okulun mezuniyet balosu öncesi kız arkadaşı onu terkedince oda boşta kalıyor. Tanıdığı bir adamda, çocuğa acıdığı için kızını baloya götürebileceğini söylüyor. Kızın fotoğrafını görünce çocuk etkilensede, sonrasında kızın tekerlekli sandalyeyle evden dışarı çıktığını görünce bi afallıyor tabi. Sonrasında olay çok daha başka bir hal alıyorda, anlatmak olmaz şimdi. :D
Bu hikayede beni şaşırtan noktalardan biri şuydu:

Kısacık, küçücük, ufacık bir sahnede karşımıza bir anda Gossip Girl'ün başrol oyuncusu Blake Lively çıkıveriyor. Çocuğun onu terkeden kız arkadaşı rolünde. Tek bir sahne... Bir başrol oyuncusu için baya bi ilginç geldi tabi bana bu durum...

  
Bu hikayeyi güzel yapan işte şu ufaklık... Çook sevimli konuşması ve çok güzel bi yüzü var. Bu bölümün senaristi ve yönetmeni ise filmin başka bir bölümünde oyunculukta yapmış olan Natalie Portman... Yönetmenlikte yapabildiğini bilmediğim için görünce baya bi şaşırdım... Güzeldi ama, yönetmenliğinide beğendim... :))
Filmde kızın, yanındaki adama söylediği bir replik var. Çok hoşuma gittiği için not etmiştim. Burayada ekliyorum...
- Güneş oğlan, ay da kız... İkisininde gökyüzünde olduğu zamanları çok seviyorum. Ortaya bir sürü güzel renk çıkıyor. Mor, çingene pembesi, normal pembe. Sanki hepside hala fırsatları varken birbirleriyle kovalamaca oynuyor.

  Vee işte Natalie Portman'ın oyuncu olarak karşımıza çıktığı kısım... Kendisi bir Yahudi'yi canlandırmış. Kendi gibi Yahudi bir adamla evlenecek. Bu fotoğrafta düğününden bir görüntü... Hikayeye pek anlam veremesemde, düğünü öncesi Hindistanlı bir adamla yaptığı konuşma fazlasıyla dikkatimi çekti. Hristiyanlık, Yahudilik ve Hindularla ilgili çok ilginç tespitler yapmışlar.. Hepsini yazmamın imkanı yok ama en çok dikkatimi çeken kısım şuydu: Hindistanlı adam tokalaşmak için elini uzattığında Natalie Portman'ın söylediği şey aynen şuydu:
- Kocamdan başkasına dokunmam yasak.
Yahudilerde de böyle bi hassasiyet olduğunu bilmiyodum, şaşırdım...


İşte beni en çok güldüren ve filmde en sevdiğim çift! O kadar tatlı atışıyolarki, sürekli kahkaha atmama neden oldular. Amca yavaş yürüyo, elinde bastonu var. Kadın daha dinç. Hızları bir türlü tutturamıyolar. Adamda sinirleniyo haliyle: 
- Beni boşa, daha genç biriyle evlen o zaman!
Kavga ede ede yürüselerde, her konuda en sevimlisinden atışsalarda birbirlerini o kadar içten seviyolarki "Aman ben sizi yerim" diyesiniz geliyo. :D 

İşte onu deme isteğinizin geldiği sahne... :D Bide kocasına diyo ki:
- O kasketi takınca daha yakışıklı oluyosun. Gerçi sen her zaman çok yakışıklısın...


Fatih Akın yönetmenliğinde Uğur Yücel'in kısada olsa bir ressamı canlandırdığı kısma gelirsek... Pek bişey anlamadım aslında. Tuhaf ve kısa bir hikayeydi. Ama hoşuma giden kısım şu: Shu Qi, Çinli, güzel mi güzel, zarif bi ablamızdır. Ben onu ilk defa Donnie Yen'in bi filminde izlemiştim. Güzelliğine hayran olmamak elde değil. Ki Hollywood'da keşfetmiş zaten kendisini.. İşte bu bölümde Uğur Yücel'in partneri, benim güzel hatunum Shu Qi!...


 Geldik bahsetmek istediğim son hikayeyee... Shekhar Kapur adında Hindistanlı bi yönetmenin üstlendiği, Shia LaBouf'un başrolünde oynadığı bölüm... Belkide filmin en güzel kısmıydı... Shia'nın masumluğu, topallayarak yürüyüşü, aksanlı konuşması, o derinden ve hüzünlü bakışı... Yaşlı kadının zerafeti, kibarlığı, içten ama gizemli tavırları... 

Şu elbiseyi giydikten sonraki o zerafeti, aynanın karşısındaki duruşu, odanın görüntüsü... Tablo gibiydi sanki... Sonunda da o kada ilginç bişey oluyoki hem ufak çaplı bi şok yaşadım hemde gözlerim doldu... İşin aslı en etkileyici kısım tam olarak buraydı... 
 Hikayeler bu kadar değil tabi ki... Daha anlam veremediğim, ne anlatmak istediğini anlayamadığım karakterler ve hikayeler vardı da... İzleyipte anlayan olursa banada anlatsın lütfen... :D 


Son olarak... Filmi aslında özetleyen diyalog yine bu ikiliden geldi:
Kadın: Amerikalı değilsin
Çocuk: Hayır değilim. Bu otelde pek amerikalı yok. 
Kadın: New York'un en sevdiğim özelliklerinden biri... Herkes başka başka yerlerden gelmiş...

Birbirinden tamamen farklı pek çok insanın kısa kısa hayatlarının anlatıldığı bu filmi beğendim veya beğenmedim diyemiyorum. Çünkü gerçekten çok hoşuma giden kısımlarının yanında bir de "Burası olmamış sanki, ne alaka" dediğim kısımlarda vardı... 
Son olarak her zamanki gibi filmin fragmanıyla huzurlarınızdan ayrılıyorum...




2 yorum:

  1. Merhaba yine ben :) Yine çok güzel anlatmışsın bu filme de bakmıştım ama izlemedim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba :)
      Teşekkür ederim. Benimde keifettikten uzun zaman sonra izlediğim bi filmdir bu. Bana kattığını düşündüğüm bazı yönleri vardı, sevdim.. :)

      Sil