Kaç kişi ziyaret etmiş?

31 Aralık 2011 Cumartesi

Sherlock Holmes ve Tabiki John Watson...

Yazının başlığından da anlayacağınız üzre bu kez Kore'yle hiiç alakası olmayan bi filmden bahsetmek istiyorum: Sherlock Holmes...
Çoğu kişi bilirde bilmeyenler için ufak bi bilgi vermekte fayda var. Sherlock Holmes, Sir Arthur Conan Doyle tarafından oluşturulan hayalî bir dedektiftir. Doyle bu karakter üzerine pek çok hikaye yazmıştır. Sherlock, son derece zeki, en ince ayrıntıları bile farketmede son derece başarılı, çevik, dedektif olmasından kaynaklı başı bir türlü beladan kurtulmayan, az buçuk çatlak bir dedektiftir... 
Benim bahsedeceğim konuda daha bugün sinemada izlediğim ve eve gelir gelmez yazma isteği duyduğum ikinci filmi Sherlock Holmes: Gölge Oyunları...
Robert Downey Jr.'ı ve ona olan hayranlığımı ayrıca anlatmazsam olmaz sanırım. Hangi filmiyle bu adamı bu derece sevdim gerçekten bilmiyorum. Sherlock Holmes filmi mi, yoksa Iron Man'mi? Hakkaten hatırlayamıyorum. Ama kendisine olan sevgim o kadar büyük ki filmin konusu ve türü ne olursa olsun, eğer içinde Robert Downey varsa hiç düşünmeden izlerim. Her role, her karaktere nasıl bu kadar yakışabildiğini hala çözemedim. 
İşte bu müthiş adam, filmde Sherlock Holmes'ün ta kendisi... Rolü o kadar benimsemiş ve kendine o kadar yakıştırmış ki bu rolde ondan başka kimseyi düşünemiyorum. 


O kadar zeki olmasına rağmen çalışmadığı zamanlar berbat bir hale gelmektedir Sherlock Holmes. Odasında bulunan hayvanlar üzerinde tuhaf tuhaf deneyler yapar, doğru düzgün yemek yemez, sadece alkol ve tütünle beslenir, görünüşüne zerre önem vermez ve odasından dışarı çıkmaz... Sonra tek dostu John Watson yanına gelir, onu kendine getirir. Zaten ondan sonra yeni bir görev ve yeni bir macera başlar. Holmes kendini hızla toparlar ve düşerler yeni maceralarının peşine... Kısaca iki filmin de başlangıcı az buçuk böyleydi. 

  
İşte bir başka muhteşem adam ve yetenek abidesi John Watson... Sherlock Holmes'un en iyi dostu diyemiyorum çünkü zaten onun tek dostu. O çatlak adamın kahrını çekebilen ve onun parlak zekasına aynı şekilde ayak uydurabilen yegane insan... Ve tabiki bu role cuk oturmuş, saçından, giyiminden, bıyığından, bastonuna ve topallayarak yürüyüşüne kadar her şeyiyle muhteşem bir bütün oluşturmuş Jude Law... Evet bu adamı Sherlock Holmes'ün ilk filminden sonra bu kadar sevdiğimi hatırlıyorum, ondan eminim... :) Öncesinde de filmlerini izlerdim de bu kadar sevmezdim.. :)

Filmimizin bayan karakteri Çingene güzel Madam Simza... Zaten Holmes ve Watson Simza'nın abisininde karışmış olduğu bir olayı çözmeye uğraşırlar bütün film boyunca. Simza'nında bu macerada bizim ikiliye pek çok yardımı dokunur haliyle. Şu elinde görmüş olduğunuz bıçaklar var ya... Hah işte onları kullanmakta çok başarılıdır kendisi :))


Henüz kitaplarını okumadığım için bilmiyodum ama bu vatandaş, yani Profesor James Moriarty, Holmes'un en sağlam düşmanlarından biriymiş. Ve kendileri bu filmde ortaya çıktı. En az Sherlock kadar zeki ama onun kadar çevik değil tabi. Bu iki zeka küpü insanın sözlü atışmaları o kadar keyifli ki, sırf o sahneler için bile bu film izlenir. Sherlock Holmes zaten tek başına bile eğlenceliyken, en büyük düşmanının karşısında çok daha sevimli biri haline geliyo... :)
Filmin konusu hakkında pek bilgi veremiyorum çünkü bi başlarsam yanlışlıkla söylememem gereken şeyler söylerim diye korkuyorum. Henüz izlememiş ve izlemeyi düşünen kişiler için pekte hoş olmaz bu durum. Onun için bu kadar bilgi yeterli sanırım. :) 
Filmde beni en çok etkileyen şeyler şunlar oldu:
- Kıyafetlerle, arabalarla, binalarla eski zaman havası muhteşem verilmiş. O zamanlara kendimi o kadar kaptrıyorumki, gerçekten bende o tarihte, orda yaşıyomuş gibi hissediyorum. Özellikle yapılara hayran olmamak elde değil.
- Sherlock filmlerinin en sevdiğim yanı slow motion ve ayrıntı çekimler. Bir merminin silahtan çıkıp hedefi bulduğu sahneler bile o kadar muhteşem bir slow motion ve ayrıntıyla gösteriliyoki, soluksuz kalıp sadece ekrana kilitlenebiliyosunuz. En azından ben öyle oluyorum.. :) Bu sözünü ettiğim ikili bu filmde de bolca kullanılmış. Hele ormanda geçen bir kovalama sahnesi varki, sağdan soldan slow motion mermilerin geçtiği, bombaların patladığı, mermilerin parçaladığı ağaç parçalarının yavaş çekimde etrafa saçılması... Hala her anı aklımdadır ve o görselliğin tadı damağımda kaldı...
- Karakterlerin muhteşem uyumlarını da es geçmemek lazım tabi. Holmes ve Watson'dan yukarda da bahsetmiştim. Muhteşem İkili tamlamasını en güzel karşılayabilen insanlardır kendileri. Her anlamda harika bi uyumları var.
Holmes ve Moriarty'de düşman olmalarına rağmen çok güzel bi ikili olmuşlar. Dediğim gibi iki zeka küpünün düşmanlığı bile bi başka oluyo... 
John Watson ve eşi Mary Watson'da sevdiğim ikililerden. Hatta bu ikiliye Holmes'uda eklersek daha iyi olur. Çünkü Mary bir türlü çatlak Holmes'u sevemediği için sık sık atışırlar. Çok tatlılar çook... :)

Dipnot: Kitaplarında etkisiyle giyimi ve şapkası bile sabit bir Sherlock Holmes vardı ya hani... Şu alttaki tipten bahsediyorum...


İşte bu filmin ve Robert Downey'nin bu klasikliği ve sabitliği bozmasına bayılıyorum. Çünkü Robert'ın Holmes'unda hiçte öyle saçma bir palto, tuhaf bi şapka yok.  İyiki de yok... Bi piposu bide dürbünü var. Onlarda olmalı zaten :))

Bi Dipnot daha: Conan Doyle kitabında, Sherlock Holmes hikayelerini yazmaktan sıkıldığı için hem Holmes'u hemde profesorü uçurumdan düşürerek öldürmüş. Ama sonra dayanamamış ve yazmaya devam etmiş... Sonrasında ikisinide nasıl canlandırdı, okuyucuyu neyle kandırdı gerçekten bilmiyorum ama bu çok hoşuma giden bi anektod... Zaten Sherlock Holmes gibi bi karakteri yazan insanda da az biraz çatlaklık olmasa tuhaf olurdu, dimi.. ;) :))

Benden bu kadar... Mümkün olduğunca spoiler vermeden bahsetmeye çalıştım, umarım başarılı olmuşumdur. 
Son olarak film için tek bi cümle söyleyip gidiyorum: Bu tür filmleri seviyosanız mutlaka ama mutlaka bu filmide izleyin, çünkü gerçekten her anlamda müthiş ve sizi hem eğlendiricek hemde düşündürücek bir yapım...


10 Kasım 2011 Perşembe

The King and The Clown...

Uzuunn zamandır yazmadığımı farkettim. Arada bi yazmak eğlenceli oluyo ya o açıdan yine burdayım işte... :)
City Hunter'ın üstüne bir kaç adet dizi izledim haliyle. Diziyi bırak biir sürüde film izledim. Ama ne hikmetse bi şunun başına geçipte yazamadım hiçbirini :)

Şu sıralar deli gibi 49 Days dizisini izliyorum. Muhteşem bişey, fena kaptırdım...
Neyse tabiki şimdi bunu anlatmicam, henüz bitmedi zaten. Anlatmak istediğim şey başka. Bu sefer ki bir film. Bie Kore filmi... İzleyeli bir hafta geçmiş olmasına rağmen hala etkisinden kurtulamadığım bir film...
"The King and The Clown - Kral ve Soytarısı"


"2007'de Oscar adayı olan, ülke tarihinin en yüksek hasılatlı bu filmi, Kore tarihinden gerçek kişilerin ele alındığı bir dönem dramı... Kendisiyle alay eden kadınsı kraliyet soytarısına âşık olan acımasız kralın bu hayranlığı, en gözde cariyesinin kendisine derin öfke ve kıskançlık duymasına yol açmıştır. Gösterilerinde genellikle kadın rollerini canlandıran soytarı, aynı zamanda bir erkek soytarıyla da yoğun bir duygusal ilişki içerisindedir. Tüm bunlara rağmen film bu aşk üçgenini değil, kader, güç ve sınıflar arasındaki mücadele ile özgür bir ruha sahip olma temalarını işlemektedir..."
(Korea-fans'dan alıntıdır)

Muhteşem bir oyunculuk, muhteşem bir konu, muhteşem karakterler ve muhteşem bir filmdi... Uzun bi süre ne etkisinden çıkabilirim nede unutabilirim bu filmi... Sanırım kısa kısa karakterleri anlatmakta fayda var.

Lee Jun Ki - Gong Gil


İşte beni bütün film boyunca mahveden adam... Evet doğru yazdım, bu bi erkek... :) Yüzünün ne kadar güzel olduğunu diğer dizilerinden biliyodumda bu kadarını tahmin etmiyodum. Ben ki alıştım artık Kore'den böyle güzel erkeklerin çıkmasına ama bana bile fazla geldi bu güzellik... :) Sayfalarca anlatabilirim bu adamı ve karakterini...
Gong Gil nereye gitse güzelliğiyle erkekleri etkileyen bir insandır. Oda erkektir ama narin duruşu, bakışları, gösterilerdeki tavırları ve tabiki yüzünün güzelliği yüzünden bir çok kişi onun erkek olduğunu unutmaktadır... Bu durum hep yanında olduğu, beraber gösteriler yaptığı Jang-sang'ı çileden çıkarır. Çünkü onunda gönlü Gong-gil'dedir. Onu herkesten kıskanır, korur ve kollar.
Gittikleri yeni yerde de kral Gong-gil'den fazlasıyla etkilenmiştir. Sürekli onu huzuruna çağırır, kendisini eğlendirmesini ister, hatta bazen kral Gong-gil'in yüzünü güldürmeye çalışır. Sırf onun hatrına gösteri yaptığı arkadaşlarının, krallığı aşağılayan gösterilerine ses çıkarmaz hatta kahkahayla güler. Kralın Gong-gil'e ilgisi öyle büyüktür ki kralın sevgilisi kralı Gong-gil'den deli gibi kıskanmaktadır... Bütün bunlar olurkende Gong-gil'in hep yanında olduğu adam yine kıskançlıktan çatlamaktadır. Biricik Gong-gil'ini kimseyle paylamak istemez çünkü...

   

Ağlaması ayrı güzel, ciddi duruşu ayrı güzel, üzgün ifadesi ayrı güzel, gülüşüyse bambaşka olan bu adamı anlata anlata bitiremem... En iyisi burda kesmek, yoksa bu uzayıp gidicek... :))


Jang-sang - Woo Seung Kam



Jang Sang, Gong-gil'in her daim yanındadır, onu her türlü sapıktan koruyup kollayar, gösterilerde çok başarılıdır...İp üstünde o kadar rahat yürür ve hareket eder ki, bir çok kişi onu şaşkınlıkla ve hayranlıkla izler. Onun hakkında söyleyecek çok bişey yok aslında. Sadece Gong-gil'e o kadar değer verir ki, onu canı pahasına korur... Onu korurken kendi başına gelecekler zerre kadar umrunda değildir hatta...

King Yeonsan - Jin Yeong Jeong


Gördüğüm en hasta ruhlu, en tuhaf kraldır kendisi... :)) Canı ne istiyorsa onu yapar. Koskoca bir krallık ona emanet edilmiştir ama o hala çocuk gibidir... Gong-gil için bütün krallığı karşısına alır. Geçmişinde annesiyle ilgili pek çok sorun yaşadığı için sık sık anormal tavırlar sergiler. Kısacası ne yapacağı hiç belli olmayan bir adamdır. Canının istediğini öldürtür, canının istediğini herkesin içinde döver. Bir ağlar, bir güler, bir bağırır... Bunun içinde Gong-gil karşısında hep çok çekingen durur. Çoğu zaman ağlamaklı olur hatta... Belki de krala rahatlıkla sözünü geçiren tek insan yukardaki fotoğrafta yanında oturan kadın yani en gözde cariyesi Jang Noksu'dur... Tabi bu durum Gong-gil gelene kadardır... Gong-gil'i tanıdıktan sonra kral onun da yüzüne bakmaz...


Sık sık açıp yeniden izleme isteği uyandırıyo bu film bende... Sık sık izliyorum da... :)) Benmi çok psikopatım, yoksa gerçekten filmin böyle bi etkisi mi var çözemedim... Gördüğüm herkese tavsiye ettiğim, "muhteşem, harika, bayıldım" tarzı kelimeleri her defasında tekrar etmeme neden olan bu muhteşem filmi herkese şiddetle tavsiye ediyorum. Farklı şeyler hissettiriyo insana... :))
Kore'de baya olay olmuş bu film, baya izlenmiş. Ayrıca Gong-gil karakterini başarıyla canlandıran Lee Jun Ki'ye ödül kazandırmış. Sonuna kadar da haketti bence...

Şimdide askerde kendisi... 98 günü kaldı... :D

Şöyle bi adamada yapıcak bişey yok... Gong-gil'i bundan başka biriside bu kadar iyi canlandıramazdı hani... :)


Ve son olarak dizinin muhteşem OST'u eşliğinde The King and The Clown görüntüleri...





26 Ağustos 2011 Cuma

Fazla söze gerek yok: City Hunter...



  Lee Min Ho'nun dizinin başrolünde olduğunu görmemle başladı City Hunter merakım. İyi ki de başlamış, iyiki de merak etmişim, iyiki de oturup izlemeye karar vermişim... Lee Min Ho'ya olan hayranlığımın tavan yaptığı dizidir kendisi... Şimdi izninle sevdiğim oyuncu ve yapımlar için kullandığım klasik cümleleri kullanmak istiyorum: O nasıl bir dizi? O nasıl bi oyunculuk? O nasıl bir senaryo? O nasıl bir çekim kalitesi? O ne güzel bir kadro? O nasıl bir yakışıklılık ve karizmatikliktir Lee Min Ho?! Daha bu soruları çook çeşitlendirebilirim yani...

  Önce kısaca konudan bahsetmek lazım. Dizimiz 1983 yılıyla başlar. Kuzey Kore, Güney Kore'ye bir suikast düzenler. Bunun sonrasında da yirmi bir tane Güney Kore askerini Kuzey Kore'ye gönderirler. Ama sonradan Güney Kore bazı nedenlerden ötürü yaptıkları plandan vazgeçer ve sessiz sedasız Güney Kore sınırında, kendi elleriyle, kendi askerlerini, denizde öldürürler. Bir kişi hariç... Bir şekilde kurtulan o tek asker, o andan itibaren sadece arkadaşlarına bunu yapanlardan intikam almak için yaşar. Yirmi askerle birlikte ölen en yakın dostunun henüz bebek olan oğlunu annesinin yanından kaçırır ve onu da intikamı doğrultusunda büyütür. Tabi bu ufak çocuk büyüyünce bizim karizmatik ve yakışıklı Min Ho'muz olur...


Neyse fazla uzatmayalım. Lee Min Ho yani Lee Yoon Sung büyüyüp intikam alma yaşlarına gelince önce Tayland'da sonra Amerika'da olan baba-oğul (!) Kore'ye dönerler. Zaman intikam alma zamanıdır...
Olaylar böyle gelişir işte. Siyasette yüksek mevkilerde olan dört tane adamın tüm foyasını ortaya çıkarıp, öldürmeden, onları adalete teslim ettiği için de Yoon Sung'un adı City Hunter yani Şehir Avcısı olarak anılmaya başlar. Tabi bunları yaparken de yüzünü saklamıştır...

A tabi bir kore dizisi aşksız olmaz dimi... Sonrasında güzel mi güzel bir koruma olan Kim Na Na'mız çıkar ortaya. İkisi de etkilenir tabi birbirinden... Ama bir sorun vardır: Yoon Sung kimseye aşık olmamalıdır...


Unutmadan bir de benim tipini ve oyunculuğunu, rolünü çok sevdiğim biri daha vardı dizide. Yakışıklı Savcım Kim Young Joo... Adamcağız dizinin başından sonuna kadar City Hunter'ı yakalamaya bir de City Hunter'ın peşinde olduğu olayı çözmeye çalışır. Azmi ve hırsıyla başarırda...

  Biraz uzadı biliyorum ama yirmi bölümlük diziyi anca bu uzunlukta anlatabiliyorum. İçinde o kadar çok şey var ki... Aşk, aksiyon, dram, komedi, siyaset, intikam...
  Neyse daha fazla anlatıpta izleyecek olanlarında hevesini kaçırmamak lazım :) Benden bu kadar. İzlediğim diziler arasında en kalitelisi Secret Garden derim hep ama bu onunla kapışacak kadar kaliteli bir diziydi. Açıkçası ben başından sonuna kadar büyüüükk bir zevkle izledim. Birisi bana sorarsa ne izliyim diye o KoreCan'a gönül rahatlığıyla City Hunter'ı önerebilirim.

  Teşekkürler Lee Min Ho... İyi ki varsın be... İyi ki oyuncusun da seni tanımamızı sağladın... İyi ki böyle güzel güzel diziler yaptın... Adamsın, Korelilerin hasısın, oyunculuktan fazlasıyla anlıyosun... İlerde Allah'ın izniyle yönetmen olcam ya hani... İşte o zamanlar için sen benim başrol oyuncumsun... :P :))  
(inşallaaaahhh...) :D

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Secret'ım Garden'ım, ilk göz ağrım

Ilk göz agrim, Kore'yi ve Kore dizilerine baglanmami saglayan, "oppa"nin ne demek oldugunu bana ögreten ve tabiki hem aglatip hem güldüren biricik dizim, Secret'im Garden'im... Dizi bittiginde bu kadar da kisa dizi mi olurmus, bizimkiler olsa bunu bes sezon sürdürürdü dedigimi çok net hatirlamaktayim.
Genelde insanlar Boys Over Flovers'la, Düslerimin Prensi'yle falan baslar bu sevdaya ama benim ilkim bu oldu iste. Abim sagolsun... (Hatta itiraf ediyorum hala Düslerimin Prensi'ni izlemedim!)
Simdi kisaca karakterleri inceleyelim bakalim.

Hyun Bin - Kim Joo Won
Dizimizin bas karakteridir kendisi. Esas oglan yani... O kendi mağazasını yöneten bir caebol'dür. Önü Pullu kendisinde her rengin mevcut oldugu o herkesin dalga geçtigi esofmanlariyla baya bi dikkat çeker ilk anda. Ukaladir, zengindir, simariktir, yakisikli ve uzun boyludur, kapalı alan korkusu vardır. Esas kizimiza asik olmaya basladigi ilk zamanlarda uzuun bi süre bunu kabullenemez. Fakirdir çünkü Gil Ra Im. Kendisi zengin ve önemli biri olarak fakir bir kıza aşık olmamalıdır. Amaa sonraları aşkına yenik düşer ve bu uğurda annesini bile karşısına alır. Sahip olduğu herşeyden vazgeçmeyi bile göze almıştır.


Ha Ji Won - Gil Ra Im

Vee işte esas kızımız Gil Ra Im... Sert karakteri, olgun davranışları, tek başına ayakta durma çabaları ve fazlasıyla başarılı olması, bir çok erkeğin bile cesaret edemediği bir işte çalışıyor olmasıydı belki de onu farklı yapan... Dublördür kendisi. Aksiyon filmlerinde ki tehlikeli sahnelerin altından başarıyla ve azimle kalkar. Babasını ise yıllar önce kaybetmiştir. Kim Joo Won'la yanlış anlaşılmalar sonucu tanışmıştır ve tüm bu özellikleri ve farklılığıyla onu kendisine aşık etmiştir. Başlarda çok fazla dirense de esas oğlanımıza ve annesine çok sonraları oda yelkenleri suya indirmek zorunda kalmıştır. Kim Joo Won'un kuzeni ve çok ünlü bir şarkıcı olan Osk'ya hayrandır. Hatta bunun yüzünden bir çok kez Kim Joo Won kıskançlık krizlerine girmştir... O halleri bile fazlasıyla sevimliydi tabi. :)

Oska - Yoon Sang Hyun

İşte dizinin en eğlenceli, en sempatik karakteri Oska... İzleyen herkesin Oska'ya sempati duymadan edemiyor. Kim Joo Won'un kuzeni ve bir Hallyu Yıldızı. Tıpkı kuzeni gibi oda fazlasıyla şımarık ve kendini beğenmiş olsa da tek aşkı olan Yoon Seul'ü gördüğünde gözleri öyle bir doluyor ki o zaman karşımıza bambaşka bir Oska çıkıyor. Gil Ra Im'le sonradan arkadaş olsalarda hayran mevzusunu hiç unutmuyor, unutturmuyor. :) Kısacası Oska diziye fazlasıyla  renk katan bir kişilik, seni seviyoruz Oska... :)

Kim Sa Rang - Yoon Seul

Oska'nın ilk ve tek aşkı, güzel Seul... Kendiside Oska'yı çok sevmiştir ama bazı nedenlerden dolayı Oska'ya karşı hırs yapmış ve onu tamamen üzmek ve kırmak için uğraşmıştır. Hatta bu işi o kadar abartır ki Kim Joo Won'la sırf Oska'yı üzmek için evlenmek istemektedir. 
Ben tipini çok fazla beğenmesemde erkekler hayrandır kendisine. Başlarda o da ukaladır ama sonraları kalpceğizi yumuşar.

Lee Philip - Im Joong Soo

Ve işte dizinin bir diğer yakışıklısı yönetmen Im... Donuk suratlı, duygularını hiç belli etmeyen, yakışıklı, güzel bir fiziğe sahip, Gil Ra Im'e aşık, aksiyon okulunun yönetmeni... Kim Joo Won'la bir çok kez Ra Im için kapışmıştır. Hoş adamdır, etkileyicidir. Ama ne hikmetse Gil Ra Im kendisinden hiç etkilenmemiştir. Onun gözünde yönetmen fazlasıyla yetenekli ve saygı duyulacak bir adamdır sadece...


Karakterlerimiz böyle işte... Daha Sekreter Kim, Gil Ra Im'in ev arkadaşı güzeller güzeli Im Ah Young, Joo Won'un uyuz anası, Oska'ya aşık olan cool, karizma abidesi gay, genç ve yetenekli şarkıcımız (yukardaki siyah takım elbiseli) falan da varda hepsini anlatmaya kalksam bi on sayfa yazı yazmam gerekir. Hepsi birbirinden sevimli ve eğlenceliydi. :)

Konu da kısaca şöyledir. Kızımız ve oğlumuz bir gün ıssız bir yerde kalmak zorunda kalırlar ve orada esrarengiz bir kadın kendisinin hazırladığı şaraplardan verir. O gece ikiside onu içerler ve ertesi gün ruhları yer değiştirmiş bir şekilde uyanırlar. Asıl komedi de bundan sonra başlar zaten. Sonra sadece düzelmek için uğraşırlar ama uzun bi süre başarılı olamazlar. Ta ki yağmur yağana kadar... :)))

Yeter bu kadar tanıtım. Romantik - komedi sevenler için harika ötesi bir dizidir Secret Garden. Romantik ve eğlenceli, muhteşem sahnelere sahiptir. İnsanın için kıpır kıpır yapar çoğu zaman...

Vee son olarak dizinin muhteşem şarkılarından birisi ve diziden görüntüler... :)


10 Temmuz 2011 Pazar

My Girlfriend is a Gumihoo...

Lee Seung Ki - Cha Dae Woong
Shin Min Ah - Gumiho
No Min Woo
- Park Dong Joo
Yani nam-ı diğer Kız Arkadaşım Dokuz Kuyruklu Bir Tilki


İzleyenlerin hala kulaklarındadır Dae Woong'un nezle olmuş gibi söylediği "Miho yaa" kelimesi. Dikkat ettimde her seferinde M harfi B gibi çıktı ağzından. :)
Şimdiye kadar gördüğüm en sevimli çiftlerden biriydi bu ikili. Özellikle kızın tavırları, hareketleri, gülümsemesi, her fırsatta Dae Woong'a sarılması...

Kısaca kişilerden ve konulardan bahsedelim önce: Dae Woong kendi halinde, aktör olma hayalleri kuran ve hatta bunun okulunda okuyan, dedesinin zenginliğinden fazlasıyla faydalanmış hatta bundan ötürü şımarmış, kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, fırlama ve anne-babasını küçük yaşta trafik kazasında kaybetmiş bir gençtir...
İstemeden de olsa bir tapınakta duran, bir resmin içine hapsolmuş ve dokuz kuyruğuda kesilmiş bir tilkiyi serbest bırakır ve o tilki dünyalar güzeli bir kıza dönüşür...


Karşılaştıkları ilk zaman korkup kaçarken yüksek bir yerden düşüp ağır yaralanan Dae Woong bu gizemli kız sayesinde yeniden hayata döner. Çünkü bu kız ona pek çok gücü olan bir boncuk vermiştir (diğer adı da nefes. Tilkiye özel bişey.) O boncuk Dae Woong'un içinde kaldığı sürece kendisine hiç zarar gelmeyecektir ayrıca boncuk sayesinde yavaş yavaş iyileşecektir. Tabi boncuğunu emanet olarak bıraktığı için güzel Gumiho'muz Dae Woong'un peşinden ayrılamaz. O iyileşir iyileşmez boncuğunu ondan alacaktır.


Cha Dae-woong ilk başda buna inanmaz ama sonra ikna olunca beraber yaşamaya başlarlar. Gumiho devamlı et yemek isteyen, bir oturuşda dünyaları yiyen bir kızdır. Dae Woong'un kızdan korkması ve kızın son derece masum tavırlarla insan gibi davranma çabasıda çook sevimliydi :)


Tabii bu sırada fazlasıyla yakışıklı olan yarı insan yarı cin doktorumuzuda Park Dong Jo'yu unutmamak gerek. Her ne kadar dizinin kötü karakterlerinden olsa da Mi Ho'nun en büyük yardımcısı, bildiği çoğu şeye ona öğreten kişidir kendisi. Ama o da zamanla Mi Ho'dan etkilenir (bir de Mi Ho, doktorun yıllaar yıllar önce aşık olduğu Gil Dal adında bir kadınla aynı yüze sahiptir) ve içten içe Dae Woong'dan kıskanır. Hatta onlara fazlasıyla acımasız bir kötülük bile yapar...
Neyse ayrıntılara girersem çıkamam. Çok şey vardı çünkü. :) Hepsi bir yana Dae Woong'un halası ve yönetmeni arasında yaşanan komik diyaloglar, birbirlerine aşık olmaları falan kesinlikle izlemeye değer... Diziniz bittiyse ve ne izlemeliyim diye düşünüyorsanız bu diziyi gönül rahatlııyla tavsiye ederim. Tabi fantastik dizi veya film sevenler için...
Vee kızımızın dokuz kuyruğunun da göründüğü, Dae Woong'u korkuttuğu son bir resim...

Dipnot: Bu gumiho efsanesi gerçekten baya bilinen bir efsaneymiş. Bu da günümüz uyarlaması olduğundan zevkle izlenebilir, dadından yenmez bir dizi çıkar ortayaa... :))

7 Temmuz 2011 Perşembe

Kim Bum Can'ın doğumgünüsüü :)


Aman da aman bugün Killer Smile'cığımızın da doğum günüymüş... :) Hani Kore severlerin klasik bi muhabbeti vardır ya adım xx Oppam xx. İşte benimki de sanırım Kim Bum... :) Şimdi bu güzel insana doğum günüsü hatrına bi kaç bi şey söylemekte fayda var.
Killer Smile lakabını sonuna kadar hakeden, güldüğü her an herkesi de beraberinde gülümsetebilen, hayatımda gördüğüm en güzel gülüşe sahip olan güzel insan... Doğum günün kutlu olsun. Benden tam 1 yıl 24 gün büyük olman bir yana güzelliğinden ötürü bi başka seviyorum seni... Benim öyle fazla süslü sözlerimde yok. Beceremem de zaten... İyi ki doğdun, iyi ki varsın, iyi ki bizimlesin... Seni tanıdığımız için eminim tüm KoreCan'lar fazlasıyla mutludur... O gülen yüzünün hiç solmaması dileğiyle...

(şu -ki leri ve -de leri de hep karıştırırım, ayrı mı birleşik mi yazılıyo diye.))

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Sonunda...

Birkaç gündür aklımdaydı blog oluşturmak. Abime bu işi nasıl yapacağımı nasıl yapacağımı sorduğumda ondan duyduğum "zor işler bunlar, sen yapamazsın" şeklindeki aşağılamasını hazmetmemin ardından "öğretmezsen öğretme. Bende internetten bulur, kendi kendime öğrenirim." dedim ve yolum buraya düştü. Hayatımda ilk defa blog oluşturuyorum, bu da ilk yazım. Bundan sonra okuyan olsa da olmasa da izlediğim ve beni derinden etkileyen dizi ve filmler hakkında bir şeyler yazacağım. ((Tabi takip edipte yorumlarınızla yazımı şereflendirirseniz de hayır demem.)) Çünkü zaten kendi kendime sırf unutmamak için yazacaktım. Neyse vatana millete hayırlı olsun...
Kısaca kendimi anlatmam gerekirse bendeniz üniversite 2. sınıfa geçmiş, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nde Sinema Televizyon okuyan, İstanbul'da yaşayan bir vatandaşım. Dizi ve film izlemekten fazlasıyla zevk almaktayım. Hele ki bu diziler Kore dizileri olursa değmeyin keyfime...
Neyse şimdilik daha yolun başında olduğum için bu yazıyla yetiniyorum. İlerde de yavaş yavaş izlediğim dizi ve filmler hakkında yazılar yazmaya başlayacağım... İnşallah...
Görüşmek üzere... ((Ben bu blog işini sevdim yaa. Bildiğin sanal günlük gibi...))