Kaç kişi ziyaret etmiş?

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Can You Hear My Heart: Kalbimi Duyabiliyor musun?

Hani "Silenced" filmini anlatırken, filmden bi replik paylaşmıştım ya.
"Bir engeli oldumu kendini eksik hisseder insan.."
Yeni bitirmiş olduğum bir Kore dizisi var ki.. Bu replik onada tamı tamına uyuyor aslında. Hangi diziden mi bahsediyorum? Tabiki Can You Hear My Heart...

Henüz dün bitirdiğim bir dizidir kendisi. Ve keşke izlemek için bu kadar beklemeseydim dedim bitince. Bildiğimiz klasik Kore dizilerinden biraz daha farklı aslında. Türü, tarzı, konusu, vermek istediği mesajı... Baştan alayım en iyisi..


İşte dizimizin esas oğlanı Cha Dong Joo! Bembeyaz teni ve içten gülümsemesiyle daha baştan bi sevimli geliyor zaten size. 
Kendisi küçüklükte geçirdiği bir kaza sonrası duyma yeteneğini kaybediyor. Başlarda şokun etkisiyle hiç konuşmayıp sadece tuhaf sesler çıkararak bağırsada sonrasında annesinin çabaları, konuşturmak için verdiği savaşlar ve çocuğu sarsarak "Konuş yoksa, unutacaksın" şeklinde çemkirmeleriyle Dong Joo konuşmaya devam ediyor. Bu şekilde büyüyor ve insanlarla dudak okuyarak anlaşıyor. Bu durumunu da sadece üç kişi biliyor.. Onun dışında etrafındaki tüm insanlar onun gayet normal olduğunu düşünüyor. Nedenini anlatmayayım, spoya girer.


Bu mantar kafada esas kızımız Bong Woo Ri. Saçları başlarda bi tuhaf gelsede sonradan alıştı gözüm. Hoşuma gitmeye başladı hatta. :)
Safın önde gidenidir, babası ve babaannaesine bakmak için deli gibi çalışmaktadır, aradan 16 yıl geçmiş olsada haala inatla Oppası Ma Ru'yu aramaktadır. Etrafındaki insanlara haddinden fazla iyi davrandığı için ezik kategorisinide sokabileceğimiz türde bir insandır.
Woo Ri'nin de duyma engelli bi annesi var. Onun sayesinde beden dilini biliyor. Annesiyle o şekilde anlaşıyor. Yaşanan bir olay sonrası annesini kaybediyor ve annesinin ölmeden önce evlendiği Bong Yong Gyu ile birlikte yaşamaya devam ediyor. 
Küçükkende kısa süreli tanışıp, kendisine arkadaşlık yapan Dong Joo ile büyüyüncede karşılaşıyor ve adını duyar duymaz onun tanıyıp sevdiği o küçük çocuk olduğunu anlıyor. Sonrasında bayaa bir olay oluyor tabide anlatmak olmaz şimdi :D
Bu arada annesinden dolayı alışkın olduğu için ne kadar normal bir şekilde konuşsada Dong Joo'nun duyamadığını anlayan ilk insanlardan biridir kendisi..


İşte benim adamım! İki ismi var. Biri Bong Ma Ru, diğeri Jang Jun Ha. Nedenine gelince...
Kendisi, Woo Ri'nin annesiyle evlenen Bong Yong Gyu'nun oğludur. Woo Ri'ninde üvey abisidir aynı zamanda. Bong Yong Gyu, doğuştan, aklı az buçuk yarım olan bi insandır.  Biraz engelli yani. Ma Ru'da tam tersi. Çok zeki ve çalışkan bi çocuktur. Bundan dolayı babasından hep utanmaktadır. İçinde bulunduğu şartlardan nefret ederekten sürekli isyan etmektedir. 
Sonra Woo Ri'nin annesinin öldüğü gün, yaşanan bir olay sonrası ortadan kayboluyor. Woo Ri ve ailesi için kayıp olsada izleyiciye nerde olduğu gösteriliyor tabiki.. Kendisi Woo Ri'nin abisi olmayı bırakıp, Dong Joo'nun abisi oluyor. Tabiki Dong Joo'nun anasının isteği üzerine... Tamda istediği zengin hayat önüne serilmişken bizim Ma Ru bunu geri çevirir mi? Sonrasında adı Jun Ha oluyor işte.
Sonrasında yaşadığı şeyler yüzünden çok değişiyor, farklı bir insan oluyor ama yinede hep sevdim bu adamı. Çünkü hep o pişmanlığı hissettirdi bana. "Ailesini terkedecek kadar kötü bir adamım ben" diye hep haykırdı aslında. Ne zaman onlardan birini görse gözleri dolu dolu oluyodu. Bunun içinde hiiç kızamadım ona...


Buda ikinci adamım! :)
Hareketleri, mimikleri, gülümsemesi, samimiyeti.. O kadar sevimli bi insanki, farkında olmadan seviyosunuz zaten kendisini. Woo Ri, Bong Yong Gyu'nun kızı oldu, birlikte kalıyolar dedim ya hani. İşte çocukluğundan beri hep bir arada oldukları birde komşuları var. Seung Chul'da onların oğlu. Başta sürekli Woo Ri'yle atışsalarda sonrasında  işler değişiyor tabi. Oda Woo Ri'ye karşı bir şeyler hissetmeye başlıyor. Kalbi o kadar güzelki, Dong Joo, Woo Ri'yi elinden aldı diye başlarda kızsada sonraları Dong Joo'ya kıyamıyor ve onunla arkadaş oluyor. Hem kulakları duymuyo diye, hemde gerçekten iyi bi insan diye kızamıyor ona daha fazla. Kendi kendine Woo Ri'yi sevdiğiyle kalıyo garibim :)

Kısaca baş karakterler böyle. Daha çok insan var tabi. Dong Joo'nun anası, Ma Ru'nun babaannesi, Shin Ae ve Choi Jin Chul adındaki nefret edilesice iki insan, sevimlilik abidesi Bong Yong Gyu, o ilginç komşular (Seung Chul'un annesiyle babası yani)... Hepsi birbirinden iyiydi.. 


Dizi birrazda engelli insanlara dikkat çekiyor aslında. Hayatı onların gözünden görebilmemiz için uğraşıyor. Dong Joo hayatı boyunca, duyamadığı için annesi tarafından bile eksik olarak görülmesinin acısını yaşıyor sürekli. 
Sağır olduğundan beri Jun Ha hep yanıbaşında olmuş. Her zaman yardımına koşmuş. Dong Joo'nun eksiğini o tamamlıyor adeta..

30 bölümlük, uzun ama bir çırpıda izleyip bitirivereceğiniz bir dizidir bu. O kadar benimsedimki hepsini, dizi bitince bi boşluğa düştüm sanki.. 
Çok fazla konuya girmiyorum çünkü, anlatması hakkaten baya uzun sürer. Entrikası, gerilimi, aşkı bayaa bi boldu çünkü. İşin özü, diziyi mutlaka izleyiniz efendim. Pişman olmicaksınız.. :)

20 Temmuz 2012 Cuma

Sessiz Çığlık...

Bir film düşünün... Sinemanın olağan işlevinden çok daha farklı bir film... Çoğu zaman filmler insanları rahatlatmak, gerçek hayatın stresinden uzaklaştırmak ve azda olsa gülümsetmek için yapılır değil mi? Bazı filmlerde vardır ki bunun tam tersi bir amaca sahiptir. Aslında bilipte unuttuğumuz bazı gerçekleri bütün netliği ve ayrıntısıyla hatırlatır izleyicisine... Veya görmezden gelmeye çalıştığımız o gerçekleri, ne yapıp edip gözümüze gözümüze sokuverir adeta...

Size şimdi anlatacağım bu film tamda ikinci tür filmler arasına giriyor. Bu, sağır ve dilsiz çocukların dünyaya bazı gerçekleri haykırmaya çalıştığını, ama bir türlü seslerini duyuramadığını anlatan bir film... Kendi seslerini, hıçkırıklarını, ağlayışlarını bile duyamayan, başlarına gelen hiçbir şeyi dile getiremeyen çocukların, sessiz çığlıklarına şahit olmamızı isteyen bir film... Engelin ve özrün aslında bedende değilde beyinde olduğunu ispatlayan bir film...
Daha adını gördüğünüzde bile az çok anlayabiliyorsunuz filmin derinliğini. Hiç gösterişli değil aslında, tek kelime, çok sade... Silenced yani "Sessizlik".


Bir engeli oldumu kendini eksik hisseder insan... 

2011 yapımı olan bu film birbirine paralel giden iki farklı kişinin görüntüleriyle başlıyor. Daha o sahnede bile geriliyorsunuz, sessizce ve merakla ne olacağını beklemeye başlıyorsunuz...
Genç öğretmen Kang In Ho'nun (Gong Yoo) yatılı engelliler okulunda öğretmenlik yapmak üzere gitmesiyle başlıyor her şey. İlk başta ortam gayet olağan ve normal görünüyor. Öğretmenler normal, müdür bey ve ikizi çok iyi, Kang In Ho'ya her konuda yardımcı oluyorlar. Öğrenciler her gün normal bir şekilde derslerine girip çıkıyorlar...


Kang In Ho'nun gecenin bir vakti koridorda dolanırken duyduğu tuhaf sesler ve çığlıklarla normal giden günleri değişiveriyor bir anda... Ve zamanla fark ediyor ki; okul ve içinde yaşananlar hiçte düşündüğü gibi değil...


Genç öğretmen, o günden sonra sadece, çocukları anlamak ve sorunlarını çözmek için çaba gösteriyor. Ne kadar zor bir işin altına girdiğini farkettiğinde artık dönüşü olmayan bir yolda olduğunu görüyor ve her şeyini ortaya koyarak gerçekleri ortaya çıkarmak için çabalıyor. Hatta bu uğurda annesini bile karşısına alıyor. Bu işten vazgeçip kendi öz kızıyla ilgilenmesini isteyen annesine mahkeme girişinde verdiği cevap sanırım bahsettiğim şeyi açıklayacaktır:


"Bu çocuğun başına o olay gelirken ordaydım. Ama hiçbir şey yapamadım. Şimdi onun elini bırakırsam, kendi kızıma iyi bir baba olabileceğimi sanmıyorum."  

Gerçek bir hikayeden uyarlanan ve başrolünde Gong Yoo'yu izlediğimiz filmin yönetmen koltuğunda Hwang Dong-Hyuk'u görüyoruz. Gong Yoo, rolünü o kadar benimsemiş ve yaptığı işe o kadar inanmış ki, ben film boyunca o kişinin Gong Yoo olduğunu unuttum ve izlediğim kişi, sadece çocuklar için canını dişine takan, onları anlamak ve söylediklerini anlatabilmek için elinden gelen herşeyi yapan Kang In Ho'ydu...


"Mücadele etmemizin sebebi dünyayı değiştirmek değil, dünyanın bizi değiştirmesine izin vermemek..." 

Çocuklar ise bambaşka dünya... İzlerken gerçekten engelli olduklarını düşünmenize neden oluyorlar... Birde onlara bu yolculukta yardımcı olan genç bayan Yoo Jin var ki, ona da Jung Yu-Mi hayat veriyor. 


"Eskiden anne babamla sahile gelirdim. Sağır olmadan önce... O zamanlar dalgaların kıyıya vurma sesini duyardım. Ama şimdi çok sessiz...
Dünyadaki en iyi ve en güzel şeyler görülemez hatta dokunulamaz bile, kalpten hissedilmeleri gerekir. Bu Helen Keller'ın bir sözü ve benim en sevdiğim söz."


Çarpıcı ve hiç beklenmeyen final sahnesi, muhteşem oyunculukları, birbirinden sürükleyici, özellikle mahkeme sahneleri, gerçekleri hiç çekinmeden bütün sertliğiyle yüzünüze vuran, anlatmak istediği can yakan konusuyla "Sessizlik" mutlaka her insanın izlemesi gereken bir film...


Hani bir söz vardır ya: "Gerçekler acıdır" diye... Film bittiğinde içimden sadece şunu söyleyebildim: "Biliyoruz gerçekler acıdır da, keşke bu kadar da acı olmasaydı..."